"Kumandanlık
vazife ve sorumluluğunu yüklenecek kadar
omuzlarında ve özellikle kafalarında kuvvet
bulunmayanların acıklı sonuçlarla karşılaşması
kaçınılmazdır..”
Genellikle, “harp tarihi” çalışmalarının
askerlere özgü ve askerler için olduğu düşünülür
ve sivil kesimlerde bu çalışmalara ve bu
alandaki kitaplara pek ilgi gösterilmez. Tarihe
ilginin zaten çok sınırlı olduğu Türkiye’de de
durum çok farklı değildir. Bu tespiti yaparken
Türkiye’deki “askerler” arasında da harp
tarihine ilginin giderek azaldığını, hatta pek
kalmadığını dürüstçe not etmek gerekir.1
Hâlbuki, tarih milletlerin “bakıp bakıp da
hatalarını göreceği”2 bir ayna ise, harp tarihi
bu aynaların en doğru konuşanıdır. Çünkü harpte,
muharebe alanlarında sâdece askerî kuvvetler
değil, milletlerin topyekûn “millî güçleri”
karşı karşıya gelir ve mücadele ederler. Millî
gücün en önemli öğesi de sivil ve asker
“liderler”dir.
Atatürk, Zabit ve Kumandanla Hasbihal’de3,
Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde Osmanlı
ordusunda katıldığı bir tatbikatta gördüğü bir
tümen komutanı ile onun emrinde görev yapan alay
komutanlarından örnekler vererek, nereye
gittiğini bilmeyen yöneticiler ve onları
izleyenlerin gidişinin “elbette (ancak)
felâkete, utanca doğru bir gidiş” olacağını
vurgular. Nutuk’ta da; 1920 yazında Anadolu’da
başlattıkları ileri harekete paralel olarak
Tekirdağ’a da bir tümen çıkartan Yunanlılar
karşısında aciz kalan bir kolordu komutanını
ağır şekilde eleştirir. Elinde kuvvet olmasına
rağmen, hiçbir etkinlik gösteremeyip birliklerin
sevk ve idareden mahrum kalmasına, dağılmasına,
esir düşmesine, sonuçta Trakya’nın tamamen
Yunanlıların eline geçmesine sebep olan,
“kavrayış, dikkat ve fedakârlıktan” uzak bu
kolordu komutanını örnek göstererek;
“Kumandanlık vazife ve sorumluluğunu yüklenecek
kadar omuzlarında ve özellikle kafalarında
kuvvet bulunmayanların acıklı sonuçlarla
karşılaşması kaçınılmazdır” der.4 Gürcistan’da
son bir ayda meydana gelen gelişmeler herhâlde
en iyi böyle açıklanabilir. Kafasında,
omuzlarındaki sorumluluğu taşıyacak kadar güç
olmayan bir lider; ihtiras, bağnazlık,
basiretsizlik, deneyimsizlik ve yetenek
eksikliğiyle, sâdece kendisini değil, tüm bir
ülkeyi felâkete ve utanca sürüklemiştir.
Krizin Geri Planı
Güney Osetya5 ve Abhazya6 1990’dan beri fiilen
Gürcistan’dan bağımsızdırlar, her iki bölgede de
ruble kullanılır ve bu bölgelerde sâdece etnik
Oset ve Abhazlar değil, başka etnik gruplar
yanında çok sayıda Rus da yaşamaktadır. Bunların
büyük bir kısmı, özellikle Güney Osetya’da,
etnik olarak “Rus” olmasalar bile Rusya
Federasyonu pasaportu da taşımaktadırlar.
Şaakaşvili, 2003 yılında Gürcistan liderliğine
geldiğinden beri, Rusya karşıtı bir tavır içinde
olmuş, hatta Rusya’ya karşı, giderek artan
şekilde, açıklanması zor agresif bir tutum
benimsemiş; siyasî söylemiyle Güney Osetya ve
Abhazya’nın bir gün mutlaka “anavatan”
topraklarına katılacağı özlemini sürekli canlı
tutmuştur. Rusların, sâdece bu nedenle bile,
kendisini iktidardan uzaklaştırmak ve Rusya
yanlısı olmasa bile “muhasım” olmayan bir
Gürcistan liderliği görmek istedikleri ve bunun
için fırsat kolladıkları uzun zamandır
bilinmektedir. Öyle anlaşılıyor ki sâdece
Saakaşvili’nin kendisi bunun farkında olmamıştır
(!).
Bu “ikili” bazdaki gerginliğe ilâve olarak
Gürcistan uzunca bir süredir -bir zamanlar
Kore’de, Küba’da ve Vietnam’da olduğu gibi- Batı
ile Rusya arasında semboller ve aracılar
üzerinden yürütülen çok boyutlu global etkinlik
mücadelesinin bir alanı hâline gelmiştir.
Örneğin, 1990 tarihli Avrupa Konvansiyonel
Kuvvetler Antlaşması (AKKA/CFE)’nın, beklenmedik
şekilde ve tümüyle değişen jeopolitik koşullara
bağlı olarak yeniden düzenlenen 1999 Uyarlama
Anlaşması’nın yürürlüğe konulması yıllarca
mümkün olmamış ve geçtiğimiz Aralık ayında Rusya
Federasyonu, NATO’yu uyuşmazlık ve “kötü
niyetle” suçlayarak AKKA uygulamasını tek
taraflı olarak askıya almıştır. Bu tıkanmanın
temelinde, esas olarak Gürcistan’daki, yâni
Güney Osetya ve Abhazya’daki Rus askerî varlığı
vardır.7
|Devamı 2023
Dergisi'nde| |Abone olmak için tıklayınız|
|